Bu Blogda Ara

18 Ekim 2011 Salı

İnsomniaya Bir Adım Kala

Gazetelerdeki uykusuzluk adına yazılan yazı dizileri benim gibiler için hiçbir anlamı olmayan yazılardan sadece bir tanesidir.Çok yemek yemekten, endişeden ya da  kaygıdan uyuyamayan biri olamadım hiç. İsterim ki bir gün sırf bu sebepten uyuyamayayım.Uyku tutmayan gecelerde muhakkak hep aynı şeyleri düşünürüm. Muhakkak aynı mide yanmasını ve aynı duyguları yaşıyorumdur. Geceye yaktığım sigaraların ardı arkası gelmez de uyku da aynı inatla gelip uzanmaz yanıma.


 İnsan beyni tuhaftır. Kıvrımlarında bin bir düşünce gizler. Benimkinin kıvrımları genelde aynı yöne döner oysa.

 Uykusuz geçen gene bilmem kaçıncı gece bilmem kaçıncı sigara ve bilmem kaçıncı kez aynı düşünceler. Yaşamak  için çabalayıp dururken her geçen saniye biraz daha eksildiğinin şiddetli bir biçimde farkındayken yaşamaya devam etmek ancak insanın kendine görebileceği en uygun davranış. Nasıl bir şeylere inancımız olmadan yaşayamıyorsak aynı biçimde yaşamımızın elimizden gitme düşüncesine karşı savaşarak yaşıyoruz. Ne olursa olsun dünyada kalma düşüncesi hatta hırsı bütün benliğimizin damarlarında dolaşmadan edemiyor.

İnsanlar artık ağzına kadar dolu şehirlerde nefes alamazken onlardan yaşamaları bekleniyor. Hayır derdim sözde modernleştiğimiz değil. Benim derdim söyleyemediğim ölçüde daha çok can yakanlardan. Onları bilmezsiniz. Sadece bilir gibi yapar üç yaşındaki bir çocuğu kandırmak için salladığınız başınızı sallarsınız. O yüzden konuşulmaz onlar insanlarla. Ya delirene kadar aynı sancıyı yıllar boyunca çekeceksiniz, ya delirmekten bıkıp intihar edeceksiniz ya da Standard bir hayat yaşayıp unutulmayanları unuttuğunuzu yutturacaksınız kendi kendinize. Her bir seçenekte de ne kadar acınası olduğunuzu bile bile hem de. Adam ben de ne kötümserlik ne bunalmışlık değil mi? Dedim ya çoğu şey  konuşulmaz insanlarla.

Aynı şarkıyı binlerce dinlemenin tek bir sebebi vardır. Her defasında hep aynı duyguyu verir. Aynı günü binlerce gün yaşamanın sebebi ne olabilir o zaman? Aynı duyguyu mu verir hep yoksa artık duygusuzlaştığının farkına bile vardırmaz mı? Ağladığımda elime verilen şekerle sustuğum günleri özlemeden edemiyorum. Artık ağlamıyorum ama şeker sahibi olmak için illa ağlamam gerektiğini hissediyorum hem de artık şeker verecek kimsenin olmadığını bile bile. Kimsesizlik paslı çivilerle kaplı bir yatakta her gün yatmaya benzer. Her gece aynı acıyı hissedersin de yüreğinin de en az çiviler kadar paslandığını duyarsızlaştığını anlamazsın bile. Uykusuzluğunun sebebi çiviler zannedersin tek yanılmadığın zan budur. 

Tutunamayanlar



Kelimeleri sarı kurdeleyle çevrilmiş küçük sepete biriktirdiğinde 19 yaşındaydı. Renklere düşkünlüğü siyahla başlar beyazla biterdi.Ara renkleri bayram şekerlerinden ibaret.Hayatı akide şekerlerinden daha tatsızdı.Elleri ceplerinde yürümeyi severdi.Yürürken unutmaya tutkundu.

Yaşanmamışlıkları unutmak en gizli manifestosuydu.Uzun isyan dönemlerinden sonraki nadas gibiydi sesi.Rüzgarla vals yapan sadece saçları olmalıydı.Köprüden sessizce sıyrıldığında mendil satan küçük çocuk dışında fark eden olmadı onu.Oysa ertesi gün gazetelerin en sevilen üçüncü sayfa haberi olacaktı.Alışılmış şiddet haberleri dışında alışılmamış yangın yeri gibi.Ruhuyla bedeni arasında en az kırk kilogram kadar bir uyumsuzluk mevcuttu.

Ruhu bedenine göre daha ağır, kirpiklerine göre daha kısa, gözlerine göre daha mattı.Omuzlara çarpmadan hep kaldırımın en solundan yürümeye tutkun devam etti süzülmeye.Hedefe varmak için çok da aceleci davranmadı.Her aynı günden farklı olarak sadece yürüdü.Düşünmeden, durmadan, bakmadan yürüdü.Yürümekten yorulduğunda otobüs duraklarından birine çöktü.Yine güzergahları değişmiş otobüslerden şikayet etme sırasını yanındaki orta yaşlı, şekersiz, ona göre memur olan adama bıraktı. Adamın eline bir demet papatya çizdi. Karısının papatyayı gördüğünde gülümseyişini hayal etti. Hayalini homurdanan ufak tefek kadın kesti  ‘’Kızım buradan Bahçelievler geçer mi?’’ .Geçerdi. Sırf kırmızı paltosuyla uyumsuz ayakkabısını beğenmediği için mi cevap verdi ‘’ Yok, geçmez. Diğer duraktan bineceksiniz.’’ Şekersiz memur müdahale edecekken on dakikadır şikâyet ettiği değişiklik düştü aklına. En az tozlu işi kadar emin olamadı kendinden. Suça ortak olup sustu. Papatyalar rüzgârda savruldu.  Kadın ayakkabılarının aksine nazikçe teşekkür edip burnundan solumaya devam ederek yürüdü. İsteyerek, bilerek yaptığı yalancılık ağzında kavrulmuş fıstık tadı bıraktı. Oturmaktan yorulduğunda yürümeye başladı tek ayak üstünde. Yürümekten sıkıldığında gözlerini bağlamaya karar verdi. İlk balonu patlamış çocuğun burukluğu düştü yüreğine. Gözlerini bağlamaktan vazgeçti, kulaklarını tıkamayı tercih etti. Sahilde sırf balık tutmak için balık tutan bir adamı arkasından itti. Denize düşen sözde balıkçıya bakarken boynuzlu şeytanı elini tutuyordu. Yakası açık küfürleri de ona yönelttiler. Adamın kovasındaki balıkları mütemadiyen aç iki kediye verdi. Daha fazlasını istemesinler diye koşar adım uzaklaştı olay yerinden. Kulakları tıkalı olduğundan bini bir para olan sövgülerden hepsini şeytanı duydu. Onun da pek taktığı söylenemez insanoğlunu. Küçük, renkli parktan geçerken salıncaktaki çocukları gördü daha çok. Salıncaklı çocukluğu düştü aklına. Hep en yükseğe çıkmak isterdi. Hep diğerlerinden daha önde. En yüksekte ama en mutsuz olmaya alışkındı. Vazgeçti küflü anıların imgelerinden. On yaş küçüğünü salladı kendisinin. Daha yavaş ve daha emin. Annesi teşekkür etti ablasına. Çok zordu iki çocuk birden bakmak. Biri dursa diğeri durmuyordu. Yetişemiyordu ikisine birden. Şimdiki aklı olsaydı zaten. Annesi gençliğini görmüş olacak onda, serzenişe başladı anında. Yavaş adım kaçtı parktan. Koşar adım kaçtı durağanlıktan. Yanında uzun, bej renk pardesölü  25lerinde bir genç belirdi. Tanıdı hemen. ‘’Tutunamayanlar Selim Işık değil mi?’’. Konuşmaya bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordu. Şaşırdı sesindeki telaşa. ‘’Evet, siz de bilmezsiniz demiştim oysa, şaşırttınız beni.’’ Dedi  belli etmemeye çalıştığı için daha çok belli olan sevinciyle. ‘’ Nasıl tanımam, size öyle gelgitli bir hayranlığım var ki bir yaz sırf bu işin içinden çıkmak için kaç gece düşündüğümü hatırlamıyorum bile.’’ Dedi. Selim Işık uzunca bir otuz saniye ne cevap vermesi gerektiğini düşündü ardından en sevdiği cevabı verdi. Sessizce yürüdüler beraber. Yıllardır buna ihtiyacı varmış ikisinin de gibi.  Sahildeki boyası kavlamış banka oturduklarında Selim Işık Yeni Harman paketinden bir sigara uzattı. Sükunet ahdi içmişçesine teşekkür etti. İçti. İzmaritini sağ cebine attı.  Kalktı. ‘’ Yol bitmek üzere. Benimle gelmeye kararlı mısınız ? ‘’ dedi. ‘’ Bu yola benden esinlenerek çıkmadın mı zaten? Elbette seni yalnız bırakmayacağım.’’ dedi Selim. ‘’ Sen de yalnız yürümüştün, sen de yalnız giymiştin o anı ama.’’.

Selim kendinden beklenmeyecek şekilde mahzun baktı. Yeşilçamdan bir sahne olsa kesin gözleri dolardı. Son 18 saatte yaptıkları duygudan mahrum olduğu anlamına gelmezdi en nihayetinde. Arkasını döndü  Selim. Bir anlık gafletle artık anlaşıldığını düşünmüştü. Bu acı gaflet ve delaletten çabuk uyandı Allahtan. Geldikleri yoldan geldiği yere doğru gittiğinde kanatlarından biri kırık olan bir melek bir damla indirdi gökten. Yağmur doludizgin yağarken adımları yağmurun hızının aksine yavaşladı. Keşke şimdi  kaymaklı ekmek kadayıfı olsa diye geçirdi içinden. Cennet işte bu yönden oldukça faydalı değil miydi? Boş konuşmayalım lütfen diye uyardı içindekileri. Hızlandı en adi Ferrari gibi. Ondokuzuncu kata geldiğinde gözlerini yumdu. Teşekkür etti içinden tüm yaşanmamışlıklara. Kendini boşluğa bıraktığı anda Çinde ondokuz çiftin ikiz bebekleri doğdu, ikizlerden birini devlet almasa bari diye dua etti içinden, kelebeğin teki kozasından çıkar çıkmaz uçmaya başladı, ömrü 24 saatten uzun olsa bari diye dua etti içinden, ondan başka kimsenin bilmediği kayıp bölgeye yılın ilk kırmızı karı yağdı.