Bu Blogda Ara

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Bisiklet

Bisikletten düştüğüm gün çok acı çektim.Kol bu boru mu?Çatır çatır kırıldı işte.Ama çektiğim acı kadar üzülmedim.O kol Sevgininki gibi alçıya alınacak ve benim alçıma O da imza atacaktı böylece.Alçı benimdi.Kol benimdi.Üzerimde izi olacaktı.10 yaşımın en güzel olayı olmalıydı.

Gıkım çıkmadı alçıya alınırken.Herkesin gözü bende.Herkes şaşkın.Bu çocuğun hiç mi sesi çıkmaz yani?Bu çocuk hiç de mi acı çekmez yani?Bu çocuk bıdı bıdı bıdı.

Eve geldiğimizde salondaki kırmızı kadife koltuğun üzerine adeta zamkla yapıştırdılar beni.Ya bir dışarı çıkayım.Yok, kolun kırık kızım,evladım,çocuğum.Hemen gelirim.Bu çocuk hasta olmayı da bilmiyor.Sahi bu çocuk ne biliyor?

Sonra ziyaretler falan hepsi ufak çaplı,geçerken uğradık kafası.Ya bana öyle geliyordu ya da gerçekten öyleydi.Benim tek beklediğim vardı.O gelecek ve ben alçılı kolumu burnuna sokup hadi imza atsana diye ağzmı ayıracağım.Bütün derdim,işim,gücüm bu olmuştu.Ama O gelecekti.Sevgilere gitmişti annesiyle.Bize de gelmelilerdi.

Günler geçti.Sevgi,Fırat,Can,Ayşe,Nur geldi ama O gelmedi.Alçımı çıkartmak istediler.Bir gün direnebildim.İkinci güne ben de lanet ettim.Ama kendime söz verdim.Asla konuşmayacak,yüzüne bile bakmayacaktım.

Öğrendim ki benim kolumu kırdığım gün mahalleden taşınmışlar.Apar topar.Haber bile vermeden.Zaten kiracılardı.Ama neden bu kadar çabuk olmuştu?Kalbim o kadar kırılmıştı ki hala üzerine alçı tutmaz.

Yarın

Bile bile yaptığım hatalar var benim.Seve isteye.Hatta sadistçe zevklerle.Sonra bin kat pişmanlıkları.Hata yapmaktan bu kadar korkarken hem de.E o zaman nedir bu yaman çelişki?Rahat bırak beni pis iç seslerim,kulaklarım tıkalı,kalbimin de ağzına sıçmış vaziyetteyim.

İnsanın en büyük meselesi,bana göre oldukça nacizane, farkında olmaktır.Yaparsın da neden yaptığının eşek gibi farkındasındır ya.Asıl o koyar insana.Çünkü o farkındalık o kadar gerçektir ki.Hele bir de değiştiremezsen holaley seyrelle cümbüşü.

Yalnız yaşayan 70 yaş üstü insanlar çoğuna direkt hüzün verir.Oysa deli kafaları rahat belki.Keyiflerine diyecek yok belki.Yaşlı oldukları için mi acırız?Oysa 30 yaşına kadar yalnız yaşayan insanların karizması vardır toplumda.Hay bu topluma.Hepimizin kendimize göre ama oldukça gereksiz yargıları da olmasa.Beynimizde küçük tanrılar yaratmaya bayılıyoruz.

Söz yarın ağlayacağım.Yapma artık.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Bit


Geçen gün elektrikler kesildi.Karanlıkta kalmak iyidir.İnsana aciziyetini hatırlatır.Karanlığa alışkın olmayanlara sıkıntı ama.Çamaşır makinesinin sıkmaması kadar ciddi bir sıkıntı.

Günde üç kere bana beni sevdiğini söylersen hiçbir şeyin önemi kalmaz.Böyle geliyor sana.Esasında hiçbir şeyin değeri kalmıyor.Zaten pek de inandırıcı değil.

Biz büyüdükçe keskinleşen,köşeleşen insanlardanız.Aksi 60 yaşından sonra mümkün herhalde.Günde 2 paket sigarayla göremezsin ama sen o günleri.En azından Marlboro içiyorsun.Aferin.Zenginin ömrü bile uzun mu yani fakirden?

Küçükken kendi kendime saçımdaki bitleri ayıklamaya bayılırdım.Mahallede hiç arkadaşım olmadı sırf bu yüzden.Bitler beni terk edince yüzüm düşmedi değil.Şimdi insan ayıklarken çok daha acımasızım.Bir farkla yüzüm düşmüyor artık.

Ben senin yaralarına merhem olamam sen de benim çürüklerime şifa.Biz ikimiz ancak bunları birbirimize söyleyip  yüzleşmemizi sağlarız.O da sırf birbirimizi daha fazla acıtalım diye.





14 Aralık 2011 Çarşamba

Biber

Dilim varmaz söylemeye küçük cadı kelimelerini.Ruhum hafif meşrep dillendirmediklerimi yaşamaya meyilli.Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken merak ettim başkalarının hayatlarını.Her merakımda içselleştirdim yalanları,yanlışları ve hataları.

Hala yürürken yolda yere bakar gözlerim.Sonra diğer gözlere çarpar gözlerim.Cam gibi saydam boşluklarda dolanır bakışlarım.Anlatmayı sevmez dilim.Başkalarının hayatlarındadır fikirlerim.Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken merak ettim biberin ne kadar acıtabileceğini canımı.

Hala sokakta bankların en soluna otururum.Sağ yanım boş kalınca gerekli olanı yaptığıma inanırım.Ortaya oturanları sevemedim hiç.Sokaktaki bankı paylaşmak istemeyecek kadar nedir bu bencillik?Ya da nedir bu aidiyetsizlik?Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken bile bile sürdüm yepyeşil biberi dudaklarıma.Canımın acısı dün gibi aklımda.

Hala çok sıkılırsam koltukta uyurum.Yere bırakırım yarım kalan tozlu kitaplarımı.Uyanınca devam edecek diye beklerim hikayelerim.Uykumda birbirinden deli hikayelerleyken hem de.Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken akşam 5'e yakın sürdüm dudaklarıma yepyeşil biberi.Biber insanı hayrete düşürecek derecede canlı renkteydi.

Hala sadığımdır hurafelerime.Eve girerken sağ ayakla girerim.Geceleri uyku tutmazsa gezinirim sağda solda onda bunda varda ve yokta.Zaman geçtikçe canım daha çok yanmakta.Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken o zaman bilemediğim ama şimdi yüzleşmekten çekinmediğim saydam bir gerçekle sürdüm o biberi dudaklarıma.Bile bile kaç kere geçer insan aynı yollardan?

Hala hızla yürürüm yollarda.Omuzlara çarpmadan.İnsanlara dokunmadan.Ama kaldırımlara adımlarımı kazıya kazıya.İnsan bu ister ki bir yerlerde izi olsun.İster ki iz bıraksın insanlarda.Ben daha küçük hem de küçücük bir kızken daha ne eksiğim var bilmezken, yaşayacaklarımdan habersizken, en çok biber acıtır canımı diye sürdüm o biberi dudaklarıma.

Biber çok acıttı canımı.Ben küçücük bir kızken severdim ağlamayı.Ağlarsam inanırdım ki babam alacak kollarına küçücük kızını.Biberin canımı yakması babamın o gün eve gelmemesinden daha çok acıtmadı canımı.Ben ağladım.Babam gelmedi.Biber yere düştü.Ben ağladım.Ben ağlamayı bırakalı 4 yıl, babamın artık hiç gelemeyecek olması gerçeği 4 yıl, canımın yanması bir ömür kadar.

17 Kasım 2011 Perşembe

Geçmiş Zaman

Köprülerden geçtim.Köprüler bıraktım arkamda.Uzunca yollar bıraktım.Her kilometrede varışı düşünerek.An geldi hep aynı şeyleri düşündüm.Kaçmak istememek de bir ayrıcalıktır insanlarda herkesin yapamadığı diye avuttum kendimi.Çok güldüm kendime.Fazla hırpaladım.Az beğendim.Ama çok güldüm kendime.

Aşık olmak istedim.Ne ilk ne son olanı hatırlatacak hepsinden bambaşka olacak hayaller kurmak istedim.

Aynı yolda hep aynı tümseğe yuvarlandım.Hep aynı el büktü kolumu.Hep aynı yarama tuz basıldı.Hep aynı acıyı hep aynı şiddette milyon kere hissettim.Bağımlı olmak istediğim tek bir acı vardı hep.Sadık kalmayı becerdim.

Yazarken depresifleştim ben.İnsanlar varken çevremde gülümsedim.Kahkahalar attım.Şuhlaştım.Kendimi sevecek konuma dahi geldim bilmeyerek.

Aynı yazıyı bilmem kaçıncı defa da okusam hep farklı hissettiğim yazarlara bayıldım ben.Hiç tanımadığım,yazdıklarıyla içimdeki köşkte ayakları uzatan yazarlarım oldu benim gurur duyduğum.

11 Kasım 2011 Cuma

Whispered a Lullaby

Puslu, simsiyah, ölüm kokan havalarda yürümeye bayılan android ruhlu değişken bedenli biriydi o.Gölgesi daha net olsun diye geceleri tercih eder, kedilerle arkadaş olsun diye çöplerin yanından geçerdi illa.Düşünmez, dinlemez, duymaz ve görmezdi. Düşünmedikçe, duymadıkça, duyup görmeyince daha yaşanılırdı hayat ona göre. Aksine konuşur hiç durmadan konuşurdu. Düşünmediklerini bile söylemek isterdi sessizce.

Güneşli, sıcak, sevecen havalarda yürümeyi mümkünse de koşmayı dişi mi dişi bir kadındı o. Fark edilmek için kalabalıklarda gezdirirdi kırmızı topuklu ayakkabılarını. Ayakkabıları renginde seçerdi her zaman rujunu. Düşünmek istese de yapamaz.Konuşmak iste de dilini döndüremez. Sessiz kaldıkça efsaneleşmeyi tercih ederdi.Efsaneleşirdi de. Gölgesi kadar dev miydi ruhu?

Bir hikaye yaratmak için vardı ikisi de. Gerçek kişi ve kurumlarla tamamen alakalıydılar. Gerçek olamayacak kadar suni hayatları renk katsın diye başkalarının hayatına,yazılmak gayesinde acemi kalmaktan bıkmış birinin parmaklarındaydılar.Pişman değilllerdi pişman olmaya vakitleri yoktu.

Gecelerden bir gün adam yola çıktı gene.Hep bilindik o yola.Farklılık aramayışından yana.Teker teker geçti aynı arnavut kaldırımlarından. O sokak lambasına geldiğinde yakasını dikleştirdi gene. Adeta bir film sahnesi hayat ona göre.Kediler çöp karıştırmaktan bıkkın aziz dostlarının peşinde.Unuttu aynı köşeyi dönmeyi. Sola saptı sağ yerine.Yanlış yola gittiğinin farkında bile değilken hem de.

Bugün platin mavisiydi ruju kadının.Ağzı hafif açık yürüdü gene aynı caddeyi aynı topuk sesleriyle.O köşeye geldiğinde saçını savurdu sessiz ama etkileyici hareketlerle.Aynı mağazanın önünde durup aynı çehreye baktı uzun uzun.Kendini beğendiğini kendini ikna edene dek hem de.Aynı saatte girdi evine.Aynı saatte oturdu camın kenarına.

Acemi parmaklar kesişin istedi yolları.Eksik hayatlarını birbirlerinin tamamlarlar belki diye.Belki sadece bir hikaye olsun diye.Belki amaçsızca.Ama birbirlerinden habersiz aynı hayatları yaşadılar ayrı yollarda.Bir gün yollarını değiştirmeyi dilemek kaldı dinleyenlere.

18 Ekim 2011 Salı

İnsomniaya Bir Adım Kala

Gazetelerdeki uykusuzluk adına yazılan yazı dizileri benim gibiler için hiçbir anlamı olmayan yazılardan sadece bir tanesidir.Çok yemek yemekten, endişeden ya da  kaygıdan uyuyamayan biri olamadım hiç. İsterim ki bir gün sırf bu sebepten uyuyamayayım.Uyku tutmayan gecelerde muhakkak hep aynı şeyleri düşünürüm. Muhakkak aynı mide yanmasını ve aynı duyguları yaşıyorumdur. Geceye yaktığım sigaraların ardı arkası gelmez de uyku da aynı inatla gelip uzanmaz yanıma.


 İnsan beyni tuhaftır. Kıvrımlarında bin bir düşünce gizler. Benimkinin kıvrımları genelde aynı yöne döner oysa.

 Uykusuz geçen gene bilmem kaçıncı gece bilmem kaçıncı sigara ve bilmem kaçıncı kez aynı düşünceler. Yaşamak  için çabalayıp dururken her geçen saniye biraz daha eksildiğinin şiddetli bir biçimde farkındayken yaşamaya devam etmek ancak insanın kendine görebileceği en uygun davranış. Nasıl bir şeylere inancımız olmadan yaşayamıyorsak aynı biçimde yaşamımızın elimizden gitme düşüncesine karşı savaşarak yaşıyoruz. Ne olursa olsun dünyada kalma düşüncesi hatta hırsı bütün benliğimizin damarlarında dolaşmadan edemiyor.

İnsanlar artık ağzına kadar dolu şehirlerde nefes alamazken onlardan yaşamaları bekleniyor. Hayır derdim sözde modernleştiğimiz değil. Benim derdim söyleyemediğim ölçüde daha çok can yakanlardan. Onları bilmezsiniz. Sadece bilir gibi yapar üç yaşındaki bir çocuğu kandırmak için salladığınız başınızı sallarsınız. O yüzden konuşulmaz onlar insanlarla. Ya delirene kadar aynı sancıyı yıllar boyunca çekeceksiniz, ya delirmekten bıkıp intihar edeceksiniz ya da Standard bir hayat yaşayıp unutulmayanları unuttuğunuzu yutturacaksınız kendi kendinize. Her bir seçenekte de ne kadar acınası olduğunuzu bile bile hem de. Adam ben de ne kötümserlik ne bunalmışlık değil mi? Dedim ya çoğu şey  konuşulmaz insanlarla.

Aynı şarkıyı binlerce dinlemenin tek bir sebebi vardır. Her defasında hep aynı duyguyu verir. Aynı günü binlerce gün yaşamanın sebebi ne olabilir o zaman? Aynı duyguyu mu verir hep yoksa artık duygusuzlaştığının farkına bile vardırmaz mı? Ağladığımda elime verilen şekerle sustuğum günleri özlemeden edemiyorum. Artık ağlamıyorum ama şeker sahibi olmak için illa ağlamam gerektiğini hissediyorum hem de artık şeker verecek kimsenin olmadığını bile bile. Kimsesizlik paslı çivilerle kaplı bir yatakta her gün yatmaya benzer. Her gece aynı acıyı hissedersin de yüreğinin de en az çiviler kadar paslandığını duyarsızlaştığını anlamazsın bile. Uykusuzluğunun sebebi çiviler zannedersin tek yanılmadığın zan budur.